Bursa Olay, 17.12.2016, s. 4

Turgut Çeviker ile yayına hazırladığı “Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları” adlı kitapla ilgili yapılan söyleşi Bursa Olay gazetesinde (17.12.2016, s. 4) yayımlandı.

 

Söyleşiyi yapan: Dilek Atlı

Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları Ve Yayınevi’nden çıktı; bu kitabı hazırlama fikri nasıl doğdu?

Mektup edebiyatı ve posta kültürü dergisi Posta Kutusu’nu (Dünya Yayınları, 2003-2004) yayımlarken Tarık Dursun K.’nın önerisiyle –bir mektup kaynağı olarak– Nedret Gürcan’a ulaştığımda önemli bir mektup arşiviyle karşılaşmıştım. 500 civarında mektup vardı; ayrıca mektuplara eşlik eden elyazısı veya daktilo edilmiş yazı ve şiirler vardı. Bu birikimden yaptığım seçmeyi Posta Kutusu’nda iki sayı yayımladım. Seçtiğim kalem sahipleri şunlardı: Cemal Süreya, Ahmed Arif, Fakir Baykurt, Âşık Veysel, Tarık Dursun K. İlgi uyandırmıştı.

O zamanlar bu mektuplardan bir kitap yapmayı Gürcan da ben de düşünmüş, ancak çeşitli nedenlerle bu gerçekleşememişti.

Yıllar içinde bu kitabı yayımlamak hep gündemimde oldu. Sonunda rahatça çalışabildiğim Ve Yayınevi’yle bu işi gerçekleştirebildik. Sonuçtan büyük ölçüde memnunum.

İçinde bir de fotoğraf albümü olan hacimli bir kitapla karşı karşıyayız; içeriğinden söz açar mısınız?

Nedret Gürcan, sanat ve iş hayatını birlikte sürdürdüğü Dinar’da yaşadı uzun yıllar. Nicedir Ankara’da yaşıyor. Dinar’ın toplumsal ve kültürel yaşamını etkileyen ve besleyen bir kaynak insan olarak yaşadı. Şairliğinin yanı sıra düzyazıda da varlık göstermiş bir kalem sahibi olarak tanınıyordu. Son on beş yıl içinde Dinar’a, ailesine ve kişisel dünyasına ilişkin anlatılar da yayımladı.

Okurun, kitapta yer alan mektupların “alıcı”sını tanıması gerekiyordu. Bu nedenle Gürcan, yaşamını ana çizgileriyle anlatın bir metin kaleme aldı. Kitabın yıllar önce hayalini kurduğumuzda Tarık Dursun K.’nın bir “önsöz” yazmasını düşünmüştük. Ancak, Ve Yayınları’yla karşılaştığım sırada Tarık Dursun K.’nın rahatsızlıkları ileri boyutlara ulaşmıştı. Foça’da yaşıyordu. Komşusu dostum Ahmet Önel’in yardımlarıyla bir “önsöz” yazmayı denedi. Ne ki, yazılar okunamıyordu bile. Ve sonra onu kaybettik…

Ancak, Tarık Dursun K.’nın yıllar önce yayımladığı “Ödemiş âşıkları” adlı anısal yazısına yer vererek varlığını koruduk kitapta… Onun yerini tutacak bir “önsöz” sahibi olarak –Nedret Gürcan’ın macerasına yakından tanıklık etmiş olan– Özdemir İnce vardı. Üstelik, üç mektubu ve iki şiiri yer alıyordu kitapta. İnce, yazmayı kabul etti…

Nedret Gürcan’ın mektup arşivinin kabarıklığı, şair olarak yazışmalarının sonucuydu kuşkusuz; ancak yayımladığı şiir dergisi Şairler Yaprağı’nın bunda önemli bir payı vardı. Yıllar önce Kitap-lık’ın (2001, S. 50, s. 202-204) “dergiler” “dosya”sı için yazdığım “Şairler Yaprağı’nın bahçevanı: Nedret Gürcan”, başlıklı yazıma yer verdim. Bu yazımı, Dinar gibi küçük bir taşra kentinde dergi çıkarmanın, bu dergiyi çıkarabilmek için küçük bir basımevi kurmanın nasıl bir şey olduğunu ve bunun etkileri konusunda bir çerçeve oluşturabildiği için yer verdim.

Ve Cemal Süreya’nın Nedret Gürcan’ın şiirini değerlendirdiği “268. Gün” başlıklı günlüğüne yer verdikten sonra: 71 kalemden 243 mektup ve mektuplara eklenmiş dokuz şiir yer alıyor sayfalarda. Sözlükler, kaynakça ve bir de özel kâğıda basılmış fotoğraf albümü var.

Kitapta yer alan mektuplardan etkilendiniz mi?

“Mektup”, “anı” ve “günlük”le birlikte “hayat”ın, “edebiyat”ın ve “sanat”ın –birinci derecede– çok önemli tanıkları arasında yer alıyor. Ayrıca mektup, en eski ve ilk anlatım biçimlerinden biri. Mektup “okur”luğu, bir bakıma kimsenin görmediği biçimde konuşan iki insanı “dinlemek”ten farksız bir eylem. Eski deyimiyle “mahrem” bir durum var ortada; bunun, “okur”u çeken bir özellik olduğu artık biliniyor.

Mektuplar, kalem sahibinin kişiliği ve gizli dünyası üzerine ip uçları saklar; onları bulduğumda yaratıcılıkları üzerine de bir şeyler öğrendiğimi düşünürüm. Örneğin Behçet Necatigil’in mektuplarını okurken çoğu kez irkilirim; insan olarak bende bıraktığı izlenimlere çatışan sözleri, davranışları onun şiiri konusunda beni eğitir.

Necatigil, tatilden döndükten sonra yazdığı bir mektubunda –aklımda kaldığı kadarıyla– şöyle diyordu: “Eve geldim, ev dinlenmişti”. Bu bir bakıma şairin şiirinden bir dizedir ve hatta onun şiirsel kurgusu hakkında iyi bir fikir de verir. Bunlardan etkilenirim.

Nedret Gürcan’a yollanmış mektuplardan yaptığınız bu seçme, kültürel yaşama açılmış bir arşiv niteliğinde. Daha önce sadece sahibine açık bu arşiv, artık kamusal alanda. Bu ne anlama geliyor?

Mektup, yukarıda da üstünde durduğum gibi önemli bir “belge”. Gürcan’a gelen mektuplar, öncelikle sanat-edebiyat ve yayıncılık alanında “merkez-taşra” ilişkisi üzerine önemli bir belge olarak da değerlendirilebilir. Bunun bir kitap olarak önümüze gelmiş ikinci bir örneği yok… Bu bağlamda bir ilk olma özelliği de taşıyor.

Daha sonra her biri tanınmış yazar, şair ve yayıncı olarak kültür hayatımızı zenginleştirecek, edebiyat dünyamızı parlatacak yaratıcıların erken dönem mektuplarını içermesi ise ikinci önemli bir özelliğini oluşturuyor kitabın. Örneğin Ahmed Arif’in, özellikle Diyarbakır’dan –işkence sonrası rehabilitasyon döneminde– yazdığı mektuplar birçok bakımdan sıradışı.

Mektuplara bakarak, tanımadığımız insanları, tanık olmadığımız zamanları ve yaşam biçimleri hakkında “kişisel”den “toplumsal”a, “içsel”den “dışsal”a; “bilinçaltı”ndan “bilinçüstü”ne uzanan çok geniş bir ilgi alanında geziniriz. Teodor Adorno, sıradan Alman vatandaşlarının mektuplarını inceleyerek “Alman kişiliği” üzerine bir inceleme yazmıştır. Çok katmanlı bir dünyadır “mektup”lar.

Kitapta Cemal Süreya ve Ahmed Arif’in çok ve uzun uzun mektupları var; demek ki, çok yakın arkadaşmışlar öyle mi?

Cemal Süreya’nın 27, Ahmed Arif’in 12 mektubu yer alıyor kitapta. Yıllar içinde, biraz da yazışa yazışa arkadaş ve dost oluyorlar. Bu iki büyük şairimiz ile Gürcan arasında –mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla– büyük bir sevgi var. Ahmed Arif’in mektuplarının tümü 60 kadar. Bir terslik olmaz ise, Ve Yayınları onları da bir kitap olarak yayımlamak istiyor.

Sevgili dostum Ferit Edgü’den dinlediğim bir şey var; 1950’lerde yazarlar, özellikle genç yazarlar veya yazmaya meraklılar, mektuplarla arkadaş olur sonra kentten kenti yolculuk yapıp tanışır arkadaş olurlarmış.

Şeyh Galip, “Mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin” diyor.

Acaba bugün bu öğüde kulak veren olur mu?

Bursa Olay, 17.12.2016, s. 4

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir