memed osman, düş yiyiciler sirki, roman, bursa olay gazetesi, dilek atlı, söyleşi

Memed Osman ile Bursa Olay’dan Dilek Atlı söyleşti. 19.9.2018 tarihli Bursa Olay gazetesinde yayımlanan söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz:

Belgesel, kurmaca, reklam projelerinde yönetmen ve yönetmen yardımcılığı, metin yazarlığı çalışmalarıyla dikkat çeken Mehmet Hacıosmanoğlu, “Memed Osman” mahlasıyla ilk romanını kaleme aldı. Ve Yayınevi’nden çıkan Düş Yiyiciler Sirki‘nde mitolojik karakter Narkissos’un “kendine doğru bakma” eyleminden yola çıkan yazar, kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Dilek Atlı: İlk roman, eminiz ki, heyecan vericidir bir yazar için.

Memed Osman: Heyecan verici olduğu doğru. Aynı zamanda insanlara ulaşacak bir kanal bulmak, sonraki üretimler için yeni bir motivasyon kaynağı da oluyor. Yedi sanatın tümü için de böyle sanırım. Yaratma güdünüze eklemlenen yeni bir kaynak.

D. A.: Siz, yazan birisiniz. Yazanlıktan yazarlığa sizi taşıyarak Düş Yiyiciler Sirki‘ni kaleme almanızı tetikleyen nelerdi, böyle bir süreç var mıydı?

Memed Osman: Aslında bu sorunun cevabını yazma sürecimi hatırlayarak verebilirim. Yazarlık yerine yazmayı önde tutmak, yazarken edebi faaliyeti hakkıyla yerine getirmeye çalışmak gibi öncelikleri -sorumlulukları- olan bir disiplin içinde Düş Yiyiciler Sirki’ni yazdım. Sanat, bu tarz özel bir üretim talep ediyor. Kafamdakileri kaleme almamı tetikleyen neden, video çekmemi, kolaj yapmamı veya şiir yazmamı tetikleyen nedenlerle aynıydı. Üretmek/yaratmak ve sonuçları paylaşmak, hayatımı kurgulayan bir eylem oldu her zaman.

memed osman

D. A.: Romanın baş karakteri “Na!”, imgelem açısından kimdir? Ya da kimler? Ek olarak, Na!’nın Düş Yiyiciler Sirki‘ndeki ‘macerası’nı siz özetlerseniz nasıl ifade edersiniz?

Memed Osman: Na!, mitolojik Narkissos’un kendisidir. Hikâyemde ilaç mümessilliğinden emeklidir. Mitolojik kıssada susamış Narkissos, susuzluğunu gidermek için kıyıdan suya eğilir. Kendisini ilk defa sudaki yansımasında görür, kendisi hakkında farkındalığı artar –ya da söylendiği gibi kendisine aşık olur- ve bu onun ölümüne yol açar. Bu arkaik anlatı, insanın kendini tanımak için gösterdiği dirence, dolayısıyla başkalarının ona gösterdiği sınırları aşmaya çalışan bireye bir tehdit midir? Burada “kendine doğru bakma” fiili benim ilgilendiğim nokta oldu. Ve modern anlamda sorumu tekrarladım; psikoloji ve psikiyatri söyleminde narsisizmin etimolojik referansı olarak ele alınan bu eski hikâyenin karakteri, gündelik yaşamdaki izdüşümüyle yaftalanmayı hak eden bir karakter midir?

Bu bağlamda karakter olarak Na!, kendimize doğru yarıda kalmış (baltalanmış) bir bakışı ve Narkissos’un hikâyesini yeniden yorumlamayı da içeriyor. Na!’nın Düş Yiyiciler Sirki‘ndeki macerası böyle bir tema üzerinden şekillendi; kendimizi tanımaktan alıkoyanlara, düşlerimize bile katlanamayanlara karşı bir mücadele.

D. A.: Na!, aslında roman boyunca bir arayışın kucağında. Siz, bu arayışı nasıl adlandırıyor ve/veya tarif ediyorsunuz?  

Memed Osman: Kendi hikâyemize yeniden bir dönüş gerçekleştirmek. Hiç olmazsa seçimlerimizle ve toplumla yeniden yüzleşmek.

D. A.: Bir kısa roman ile okuyucuların karşısındasınız. Düş Yiyiciler Sirki, içinde barındırdığı “gerçeküstücülük” baharatıyla kıvamında bir lezzet olsun diye mi bir kısa roman? Ya da sizce, roman mı kendi ölçütlerini belirler?

M. O.: Aslında kesin ayrımlar yapmak zor ama gerçeküstücülüğün bilinçaltı, otomatizm ve bağlantısızlık yöntemlerinden biraz uzaktayım açıkçası. Düş Yiyiciler Sirki’nin de kısa roman veya uzun hikâye olması tamamen hikâyeyi duyumsamamla ilgili oldu. Önceden karar verebileceğim bir şey değildi. Yazarken olayı ve karakterleri ele alışınıza göre değişen bir uzam oluşuyor ve kendi sonunu getiriyor.

D. A.: Son olarak, edebiyatın G.G. Marquez ile yaşamımıza katılan “büyülü gerçeklik” kavramı ile ilgili kısaca ne düşünüyorsunuz?

M. O.: Sanat tarihi, algılama biçimlerimizin koca bir haritası. Bir sanat akımı üzerine konuşurken diğerleri de işin içine giriyor. Rene Clair’nin Dadaist filmi Entr’Acte’deki (1924) cenaze alayının zıvanadan çıktığı sahneyle, Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabındaki papazın yaptığı otopsideki kutsallık (iç organları kutsayıp çöp tenekesine atması) arasında bir bağlantı ortaya çıkıyor; gerçekliğimizin içinde müthiş bir olağandışılık var ve bu olağandışılık yine bizim gerçeğimizi anlatıyor.

Bursa Olay, 19.9.2018, s. 4

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir