Hiçölüm‘ün şairi Merve Çanak’la Egemen Tuğluay’ın yaptığı, Lirik Edebiyat dergisinin Ocak-Şubat 2019 sayısında yayımlanan söyleşinin tam metnini yayımlıyoruz.

Söyleşen: Egemen Tuğluay

Merve Çanak kimdir?

Her şey gün gün değişiyor, şeyleri kendim için yumuşatmaya çalışıyorum. Tek bir yere varma isteğinde değilim. İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyorum, son düzlükteyim.

Şiiriniz kadın, ölüm, hiç, bir yerlere yakışamayış ve hiç gibi çağrışımlar uyandırıyor. Bu çağrışımlar her okurda elbet başka kapılar aralıyor. Merve Çanak için onların araladığı kapılar nelerdir?

Gitmekte olduğumu hatırlatıyor. Olduğum için hep gitmek zorunda olduğumu. Kendimi tasarladığımı. Bedenli ya da bedensiz. 

İlhan Berk “İstiyordum ki konuşmacının ağzından balyoz gibi bir şey inmeli, bomba patlatmalı ve kesmeliydi.” diyor. Ben, Hiçölüm’de “birtakım yanlışlıklar sustuk seninle”, “bütün suları ağlıyorum.”, “ben şimdi ellerimden ibaretim”, “ardıç kuşu, sen bilirsin öldürürken büyütmek mümkün müdür bir şeyi?” gibi bombalar gördüm ve onların benim nezdimdeki patlayışlarına da şahitim. Günlük dilin akıcılığından, şiirlerin kendi hikâyelerinden, belki de şiirin doğumuna sebep olan o imge doğumunu yani bombaların doğumunu Hiçölüm yahut Merve Çanak nasıl ve hangi niyetle gerçekleştiriyor?

Bunu İlhan Berk’ten daha iyi anlatabileceğimi sanmıyorum: “Şiirle buluşmamız (ki tansıkla buluşmadır bu) neredeyse dünyaya yeniden gelmektir. Bu da her şeyi yeni görüyor, dokunuyor, öğreniyoruz demektir. Bu tavrı da koymaktır. Bu gene şimdiye değin dünya, insanlar, nesneler üstüne bütün bildiklerimizi bir yana atarak, ordan bakmaktır. Öte yandan, bunun aynı zamanda büyük bir boşluğa düşmek; orda emeklemek, bocalamak olduğu da açıktır. (Değil mi ki dünyaya yeni geliniyordur.)”

Cézanne’a belki de resme olan bir duyarlılık bir şiirde göze çarpıyor. Şiir ile resmin diyaloğunu nasıl yorumluyorsunuz?

Resim de şiir de bir öz ve biçimden olma. İkisi de rastlantısal ve göçebe. Ben buna bütünü bulma diyorum, silinene ya da kaybolana yeni bir beden kazandırma. Elbette burada maddi olan hiçbir şeyden söz etmiyorum.

Lirik’te de bastığımız “hiçolum” şiirinde “hiç ölmediğim bir ölümü öldüm” ifadesinde ölümün kendi içinde yeni çağrışımlar doğurduğunu, bu doğumun, imgeyi fark edecek olan gözlerde çeşitlilik göstereceğini tahmin edebiliyoruz. Kelimelerin bu hususta kendi hakiki manalarına gebe olduklarını, şiir dilinizin bu fırsatlardan istifade ettiğini söyleyebilir miyiz?

Şiirin değişmez bir anlamı olduğunu düşünmek çok sığ bir düşünce olur. Derrida’nın dediği gibi, anlam sürekli ertelenir, hem mekânsal hem de zamansal olarak uzağa taşınır. Hem farklılaşır, hem de farklılaştırır. Bir şiiri tekrar okuduğumuzda anlam artık orada değildir, çoktan değişmiştir. O geçen süre içinde biz de değişmişizdir. Anlam hep geç gelir. Şiir de anlam gibi akışkandır, biz farkında olmasak da her zaman değişir. Bu yüzden şiiri donmuş bir imgeden yana düşünmek, bana göre şiiri küçümsemektir. Şiir durduğu yerde bile yeni imgelere, anlamlara ve çağrışımlara açıktır. Ölüm de ölmediğimiz sürece aynı değildir. Onu bilmediğimiz sürece ölüm de hep değişir.  

Merve Çanak'ın ilk şiir kitabı Hiçölüm.

Percy Bysshe Shelley’nin şiirinden bir sekansta, Hiçölüm’ün okura bir görünmez su gibi sızdırdığı boşluk hissini, kendinizle denk gösterip, başsız heykelin siz olduğunu söylüyorsunuz. Daima yenilen, zafer ânlarında dahi aslında bir mağlubiyetin karşı konulmaz hissini deneyimleyen, durmadan bir olguya, bir duruma yakışmaya çalışan ve korkmaktan müteşekkil olan insanın, sanat hususunda derin bir bakışa sahip olabilmesi için kendini yere vurmasını hatırlatıyor bu durum bana. Çünkü sanat ile iç dökmek arasındaki çizgi, kendini yere vurma safhalarında gözlemlenebiliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yazmakla yaşamak aynı şey değil. Aslında benim için şiir yaşamdan uzak da değil. Ama hangi yaşamdan? Bunun, tek bir çizgiyi sürdüren, dahası bana karşı süren bir yaşam olmadığı kesin.

Şiirinizi okuduğum vakit etrafla uyuşamama ve bir umutsuzluk hissediyorum. Lâkin bu umutsuzluğu; ondan şikayet  edilen, isyan edilen bir hâl olmaktan çok, bazı durum ve diyalogları gerçek anlamlarıyla idrak etme gayretinin sonucu, bu gayreti gösteren kişinin omuzlarına çöken, onu gittiği her yerde takip eden duyguların karşılığı olarak tanımlıyorum. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Daha çok bir deliliğin içine düşmek gibi. Şeylerin bir işe yaramak zorunda olmadığını kabul ederek.

Şiiriniz bir bilinç akışı pasajı gibi karşımıza çıkıyor. Sualler, yanıtlar, konudan sapış ve bu sapışı getiren cümleler ardı sıra dizilmiş bir şerit gibi göze çarpıyor. Mensur şiirin olanaklarından da faydalanıyorsunuz. Bu durum biçimsel ve içerik zenginliğini çeşitlendirme isteğinden mi kaynaklanıyor?

Adorno, Auschwitz’den sonra şiir yazmanın barbarlık olduğunu söylemiş. Benim de bugün, post post-modern dünyada geleneksel şiir yazmam barbarlık olurdu. Kendime ve şiire haksızlık olurdu.

Çiçek adlarının şiirsel tesirinin sizde de vücut bulduğunu görüyorum. Bu konuda, şiir dilinize bir destek olarak doğayı örnekleyebilir miyiz?

Şiirin bir doğum, ölüm ve yeniden doğum olduğuna işaret ediyorsak, yani bir döngüden söz ediyorsak, doğayı elbette görmezden gelmemiz mümkün değil.

Günümüz edebiyat yayıncılığı konusuna gelindiğinde, takip ettiğiniz yayınevi ve dergileri merak ediyorum. Takip ettiğiniz şair ve yazarları da? Okumaktan zevk aldığınız türleri ve tavsiyelerinizi de?

Ben yayınevlerinden çok, kitapları takip etmeye çalışıyorum. Dergilere gelince Sözcükler’i, Kitap-lık’ı, Çevrimdışı İstanbul’u her sayıda okumaya çalışıyorum. Marşandiz’in yeni sayısını dört gözle bekliyorum. Tür seçmeden okuyorum. Şiirin yanında anlatı, roman, mektup ve günlük okumayı çok seviyorum. Felsefi metinler beni çok heyecanlandırıyor, felsefeyi hiçbir zaman es geçmemeye çalışıyorum. Bir arkadaş olarak edebiyatı folklordan uzaklaştırmayı önerebilirim. Mrs. Dalloway böyle zamansız sorularda en büyük kurtarıcım.  

Lirik Edebiyat, Ocak-Şubat 2019, Sayı: 25

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir