10 Ekim 2015’te Ankara’da alçakça bir saldırıyla katledilen insanlarımızı Mustafa Köz’ün “Orada, o yalnız sabahta” adlı şiiriyle anıyoruz.
Orada, o yalnız sabahta On Ekim kardeşlerine... (...) Kim inandırabilir bizi yokluğunuza buradasınız kardeşlerim mısırın, zeytinin, incirin kardeşleri ölüm uğradı yalnız bakır, çivi, fünye ve yağlı kayışlarıyla kalplerinize sessizce ama yeğdir isteksiz yolculuktan bu küçük ayrılık eti kemikten sıyıran bu amansız sarsıntı bilirdiniz ne öğretir gök gürlemesi güneşe çağlayanlar ne kara yıkıntılar ne köklü fırtınalar ne köpükler, patikalar ne ne güz yapraklarının yaktığı ağıt bilirdiniz ne kadar kasıp kavursa da acı, dikenin üstünde kızarır gül şimşekle büyümez ağaç, nehirdir ışıyan, köklerinde dilsiz otların çoban ateşlerinden aldık kıvılcımlarımızı dilenmiyoruz kıyıcıdan bir damla acıma kimse beklemesin bizden boyun eğmeyi kaldırmalıyız öyleyse başlarımızı haykırmalıyız yüceliğin, esenliğin gölgesinde haykırmalıyız hürlüğün, arılığın gölgesinde haykırmalıyız bembeyaz bir boşluğu doldurmak için: “Yaşasın, gecenin hançerini bileyen ay ışığı!” (...) Elif, Ziya, Deniz, Şebnem, Mehmet, Ayşe, İbrahim Nevzat, Gülbahar, Azize, İdil, Fevzi, Seyhan Abdülbari, İsmail, Rıdvan, Bedriye Zakir, Kasım, Veysel, Halil, Dilan, Ali, Kübra Resul, Dicle, Selim, Vedat, Firdevs, Emine Binali, Dilaver, Leyla, Eren, Tekin, Meryem ve yoldaşları onların, gün sonu ufukta kayraklar, yağmur taşları gibi parlayıp sönen armaları sedefle işli yüz üç deniz kabuğu, yüz üç kır gelinciği, yüz üç yediveren sizin adlarınızdan yeşerecek yüz üç uçurum çiçeği her şey adlarınızın serinliğinde mağrur, diri halaya ya da horona durmak için yasladığınızda omuzlarınızı ölümsüzlüğe tuttuğunuzda ellerini kardeşlerinizin parmaklarınız atlı karıncalar gibi cıvıl cıvıl gözlerinizde kırlangıç yağmuru, bağbozumları turaçlar, keklikler, dağ isketeleri Roza’nın alazalardınız, bir güneş bahçesi son yazda. (...) Olanları gördüm, gördüm kanlarınızda gezinen yaban geyiklerini yaralı bir çakal gibi uluduğunu zamanın göğün derisini kemirirken barut ve barbarlık toza belenirken kan, taze toprağa hazırdı ağızlar söylemek için şarkısını yine de elemle çürüyen gürlüğün diriltmek için cevherlerin ateşini yeniden kuruyana kadar çığlıklarınız, çekilene kadar damarlarınızdan o sessiz ırmak, gördüm haykırışlarınızdan yontulan direnci. Barış, barış, barış, barış, barış güçlüydü soluğunuz tayfundan, kasırgadan yoktu barıştan başka yükünüz, parçaladılar düşlerinizi zehirli temrenleriyle mezar taşlarıydı kalpleri onların, katı, soluk mermer alınlıklarda gösterişli bir iki yemin, bir iki söz kasalarında pay kâğıtları, borsa çizelgeleri ve kin kenevirle, yağmayla kilitli kutsal barınakları. Sizinleyim kardeşlerim, zambakların, yanardağların yavuz serüvencileri bugünün küçük şarkısını söylemek için söylemek için büyük şarkısını yarının bir heybe gibi asarak kalbimi sözcükle ve acıyla dolu sürdürmek için yolculuğunuzu, söküp almak için balçıkta batakta çırpınan ışığı oturtmak için tahtına basit, olağan şeyleri hiçbir bağış beklemeyen kimseden yalvarıp yakarmayan hiç kimseye ekmek gibi kabaran orada, o yalnız sabahta sizi sarıp sarmalayan özgürlük, yurdumdur çünkü benim de.
Mustafa Köz, Yaralı Boşluk, s. 11-23