Çetin Balanuye, 30.11.2018 tarihli Cumhuriyet Kitap‘ta Ahmet Önel’in yeni kitabı Konumlandırmalar hakkında yazdı: “Konumlandırmalar ‘yazın uğraşını’ tam bir yeniden konumlandırma girişimi olarak okunabilir.”
Yazının tam metnini yayımlıyoruz.
GELENEK DEĞİL DENEMEK: FARKLA TEKRAR FRAGMANLARI
Yeni bir okur tipi
David Shields, yaklaşık yirmi yıldır yazın dünyasını ilgilendiren ilginç bir tezi gündemde tutuyor: Alışıldık tarzda roman, sessiz bir çekiliş deneyimliyor; yerini gerçeklikle ilişkisini gözden geçiren, araştıran ve ağır ağır yeniden kurmaya çalışan yeni bir türe bırakıyor. Türdeki bu yeni filizlenmenin iki temel nedeni var: Biri, yeni okur tipinin ortaya çıkışıyla, diğeri de olgu ile kurgu arasında klasik romanın varsaydığı uzaklığın giderek iç içe geçmesiyle ilgili. Kısaca söylenirse, yeni okur tipi -gerekçeleri epeyce açık olmak üzere- seri tüketim çağının hiç de sürpriz olmayan bir ürünü: Acelesi olan bir okur, dilde zarafeti önemsiyor ama bunu süsleme sanatıyla ilişkili görmüyor, hacimli metinlerle ilişkisi de epeyce mesafeli.
Okur tarzındaki bu değişimle eş zamanlı ama bambaşka nedenlerle hacimli romanların salt kurguya dayalı karakter, olay ve anlatı organizasyonu da önemli ölçüde aşınmış gibi; Shields’in “örnek vaka” olarak bir keresinde dilledindirdiği üzere, sözgelimi Franzen’ın her biri tuğla gibi devasa hacimli romanlarındaki karakter enflasyonu, bunların birbirleriyle ilişkileri, anlatıda geliştirilmek istenen örgünün anlaşılması için gerekli uzun ve dikkatli okuma seansları -deyim yerindeyse- elli gram şeker için on kilo keçi boynuzu kemirmeye dönüşmüş gibi görünüyor. Kurgudan sağlanacak dolaylı ve elbette iyi bir romanda asla azımsanamaz olan o “kavrayış genişletme” edinimi de çoğu hacimli romanda ya hiç gerçekleşmeyebiliyor, ya da pek az gerçekleşiyor.
“Yeni bir tür” arayışı
Bu ve benzeri gerekçelerle olmalı, yazın dünyasında “yeni bir tür” arayışı belli belirsiz kendini duyuruyor: Kitabevlerinin tasnif etmekte güçlük çekeceği kitapların sayısı giderek artadursun “deneme” adının aşırı genelleyiciliğiyle ifade edilemez bir çeşitlenme var ve bu çeşitlenmenin hakkını verecek “genre” adından da henüz mahrumuz. Bu yeni “türleşme”nin ortak nitelikleri arasında şunlar var: Parçalı (fragmented) pasajlar; kısa ve süssüz, ama çarpıcı bir ifade gücüne sahip söyleyişler; olgulardan kendisini ve okuyucuyu da haberdar eden metin türleri.
“Yazın uğraşını” tam bir yeniden konumlandırma girişimi
Ahmet Önel’in son kitabı Konumlandırmalar böyle bir dönemde okuyucuyla buluşuyor. Toplam 207 fragman-pasajdan oluşan kitabın türü için -üstteki bağlamı akılda tutarak- ne denebilir, karar vermek sahiden güç. Ancak şu kadarı açık bir kesinlikle ileri sürülebilir: Ahmet Önel, yukarıda özetlenen dönüşüme adeta eşlik edercesine “çağcıl” kalmayı başarıyor; Konumlandırmalar bu anlamda “yazın uğraşını” tam bir yeniden konumlandırma girişimi olarak okunabilir. Roman, öykü, oyun, çocuk edebiyatı ve deneme gibi edebiyatın hemen her kovuğunda yeterince ikamet etmiş bir yazarın sözcüklerle yeni bir sığınak inşa etmekte olduğu anlaşılıyor… dünya manzaralı, tedirgin edici, ironik ve gerçekçi bir sığınaktan söz ediyoruz bu noktada.
Konumlandırmalar‘da Önel bizi “konuşma” kavramına çağırıyor; her biri yazarın kendisiyle, yazarın ya da metnin konuklarıyla, okurun kendisiyle ya da okurlar arası gerçekleşen olası bir konuşmada çağın saati yavaşlatılıyor, yerine bir salyangoz saati konuyor ve böylece “sahiden konuşma” vücut buluyor. Bu, özensizliğiyle dikkat çeken tüketim toplumunun tüketici gevezeliği değil artık, kendisi de aynı koşulların esiri olan okura -onun bile vakit ayırabileceği ölçüde- kısacık parçalarda sahici bir konuşmaya eşlik etme şansı veriliyor. Her konuşma yeni bir kavramsal/yaşantısal/deneyimsel gözden kaçanı fark etmeye çağırıyor. Alışıldık perspektifler sağa sola kaçışıyor ve yeni perspektiflere yer açılıyor. Önel, konuşmalar yazıyor ve bununla yeni anlam olanaklarını konumlandırıyor:
Yalnız olmayı çok mu seviyorsun?
Bilmem, dedi adam. Kitabı ters çevirdi, sonra da koltukta geriye doğru kaykıldı. Bir sohbet öncesi. Yapacağı her davranış acemice olabilir şu an.
Yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu anlatmanı isterdim, dedi birincisi.
Anlatabilirim, dedi adam. Ama bilmem hiç konuşmayan birinin karşısında saatlerce bekleyebilir misin?
Hakkında sahici bir konuşmanın olmadığı yerde konuşulan tüketilir en fazla. Önel, bu tüketimin farkında ve insanın trajedisinin yakınındakiyle uzaklaşmakta yattığını sezdiriyor:
Bir yazarı tanımak, ona dokunmak, onunla konuşmak ve insan yanıyla yüz yüze gelmek onu tüketmektir, dedin. Düşündüm. Neden olmasın! Dört yıldır birlikteydik ve artık hiçbir kitabımın kapağını aralamıyordun.
Romandan ayrı bir deneyimi zorlayan -bu anlamda adeta hem okur hem de yazarı konfor alanından çıkmaya zorlayan- bu yeni türde en zoru iklim ya da bağlam yaratmanın en azından bir öykülük hacim gerektirdiğini bilmek, ama bu hacimden de mahrum bir halde parça pasajlarla bir iklim yaratmak. Konumlandırmalar bunu ustalıkla başarıyor:
Evimin eksikleri var, diyor kadın. Damlayan musluklar, çalışmayan prizler, işlemeyen çekmeceler. Hep bildiğin şeyler işte. Bu pazar uğrarım, diyor adam telefonun öbür ucundan. Hepsinin hakkından gelirim, merak etme. Gülümsüyor kadın. Sevinirim, diyor. Zaman ayırıyorsun bana. Fena mı işte, diyor adam, hem seni görmüş olurum böylelikle. Yüzüne al basıyor kadının. Neyse ki telefonda. Sahi, çağırmışken şu telefonun da çaresine baktırmalı. İnsanın aklından geçen, ancak söylemeye çekindiği şeyleri bir güzel söyletiyor, gördün mü!
Ah.. Bir iki arıza olmalı insanın evinde. Mutlaka olmalı!
Düşte ısrar
Konumlandırmalar, klasikleşmiş kimi yazın temalarını da yeniden ziyaret etmekten geri durmuyor. “Düşte ısrar” teması bunlardan biri. Belki de edebiyatın bu en eski teması -Deleuze’ü anımsatırcasına- farkla tekrar ediyor; bu düpedüz değirmenlere saldıran çılgın düşseverin bir tekrarı, ama aynının geri gelişi değil de yeninin farkla tekrarına dönüşüyor:
– Kardan adamım asla yaşamıyor. Tamamlıyorum ve sıra havuç burnu yerleştirmeye geliyor ki bir bakıyorum erimiş!
-Yanlış zamandasın evlat. Aylardan temmuz ve sen düşlerden beyazda ısrar ediyorsun..
Konumlandırmalar, yeni bir tür arayışının olmazsa olmazı disiplinler arası kolajı da gözetiyor. Nietzsche’nin “tehlikede yaşayın” önerisi beklenmedik bir anda buyur ediliyor: “Akıl almaz olan hayatın kendisi değil, ona katılma biçimimizdir. En mantıklı, en seçilmiş davranışın uçurum kenarından iki bilet olmadığını kim söyleyebilir!”
Aynı disiplinler arası kolaj arayışının bir başka örneği de politikadan; Önel, tüm metnin örtük bir politik hiciv barındırmasına dikkat ediyor. Bunlar daha çok politik eleştiri çekirdekleri, okurun zihninde serpilip gelişmek üzere can suyu verilip bırakılıyor:
“Eğer bir ulusu yok etmek istesem, ona her şeyi bol bol verip mutsuz, açgözlü ve hasta yapardım.” Bir yazardan aldım bunu. Belki kocaman harflerle yazıp kentin girişine asmak isterdim.
Evinin kapısına as, diyorum. Belki de söz konusu hastalık orada başlıyor.
Politik hiciv, okuru kendisiyle hesaplaşmaya çağırırken de doğrudan, açık, sert ve çarpıcı olmayı başarıyor:
Anne, sonunda acı haberi veriyor.
Meyve suyu kalmamış. Meyve verebilirim!
Çocukların yüzü gölgeleniyor. Akıllarından geçen şunlar olmalı: Dünya giderek çekilmez oluyor. Üstelik güvenilmez! İyi şeyler vaat etmişlerdi. Şimdi taklitleriyle kandırıyorlar!
Yeniden başlamak
Ahmet Önel, yazında ustalaşmanın ödülünü koltuğuna gömülüp dinleneceği bir emeklilikte beklemiyor. Güç olanı seçiyor: Yeniden başlamak…! Edebiyatın muazzam birikiminden yararlanarak ve ancak geçmişle sahici bir muhabbetle olanaklı bu “yeni başlangıç” bizim yakada özellikle çok değerli.
Konumlandırmalar bu güçlükle yüzleşmenin son derece başarılı bir ifadesi.
Çetin Balanuye, Cumhuriyet Kitap, 30.11.2018, s. 13