Türkiye’de T. S. Eliot’a ait olduğu bilinen “Nesnel Bağlılaşım Kuramı”nın George Santayana’ya ait olduğu; bunu “Şiirin Öğeleri ve İşlevi” makalesinde (kitabında) ortaya koyduğu hemen görülüyor.
Binlerce şiir yazılıyor, ama şiir sanatı üzerine düşünen yok gibi. Kabul edilemez tuhaf bir çelişki bu. Bir sanatsal aranışın düşüncesi oluşmamışsa, orada iyi bir şiir, iyi bir resim… tasarlanamaz. Sanat yapıtı ‘aramak / bulmak’; ‘bulmak / adını koymak’ diyalektiğini gereksinir. Ancak o zaman deneyimlerin birikimi yeni sanat (şiir) yapıtlarının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bu anlaşılmayınca, sıradan şiirler dolduruyor ortalığı. Oluşan kaos da her gün şiiri daha bir değersizleştiriyor. Tam bir şiir enflasyonu.
Yakın geçmişte özenle okunurdu şiir kitapları. Şairlerin getirdikleri yenilikler saptanırdı. Hatta dergilerin birinde yayımlanmış iyi şiirler de gündeme taşınır, üzerine düşünülürdü. Hatır gönül, ahbap çavuş ilişkilenmelerinden uzak, ilgili herkes şiire, şiir sanatına çalışırdı. Önemliydi bu. Şiirin gelişmesine ivme kazandıran katkılardı yapılanlar. Şimdilerde böyle oImuyor. Şiirler yazılıyor, şiir kitapları basılıyor, ama her biri dipsiz bir kuyuya atılmış gibi. İnsana ulaşmayan, eleştirel düşünceyle buluşmayan her şiir ölüdür aslında. Bir şiiri, bir sanat yapıtını “ıyi/kötü, güzel/çirkin” bulmak, insana özgüdür. Böyle olduğu için de insan algısı belirleyicidir.
Nedense anlaşılmıyor bu. Şiir, her gün biraz daha yalıtılıyor insandan. Şiir düşüncesi de her geçen gün biraz daha köreliyor. Böylesi açmazlara karşı şiir üzerine yazılmış her iyi makale, her iyi kitap heyecanlandırıyor beni. İyi bir şiir bulmuş gibi sevindiriyor. George Santayana’nın “Şiirin Öğeleri ve İşlevi” adlı makalesi (kitabı) sevindiren o yapıtlardan biri. Şiir sanatı, tarihsel gelişimi içerisinde inceleniyor. Şiirin insanla ve toplumla olan ilişkilenmesinin anlamı işaretleniyor. Bu yapılırken, yaşamın işleyişine de açıklık getiriliyor. Her durum karşısında yeni bir şeyler yapmak
zorunda kalan insanoğlu, aslında birbirini izleyen deneyimlerde bulunuyordur. Buradan bakınca, yaşamın deneyimler toplamı olduğu rahatça söylenebilir. Tam da bunu söylüyor George Santayana. Yaşamın deneyselliğini, şiirin deneyselliğine eşitliyor. İnsan, deneme olsun diye yaşamaz; ama her bireysel yaşam kendiliğinden bir deneydir. Eğer böyleyse insanoğlu kesintisiz yenilikler yaşamalıdır ki anlamlı ve olumlu olsun; yoksa kendini yineler ve verili olanla yetinmiş olur. Bunun görülmesini ve gösterilmesini de bir görev olarak şaire yüklüyor. Her türlü kültürel yinelemenin verili olanı geleceğe taşıyacağı ve giderek kitlelerin ideolojik tutsaklığını pekiştireceği uyarısını da yapıyor bir bakıma. Bu sorun aşılmadığı sürece değişen ve dönüşen insana (topluma) varmanın olanaksızlaşacağı da vurgulanmış oluyor.
George Santayana’nın öğrencilerinden biri de Thomas Stearns Eliot. Böyle olunca, bir şairin, bir şiir
kuramcısından aldıklarını, öğrendiklerini de merak ediyor insan. Türkyiye’de T. S. Eliot’a ait olduğu bilinen “Nesnel Bağlılaşım Kuramı”nın George Santayana’ya ait olduğu; bunu “Şiirin Öğeleri ve İşlevi” makalesinde (kitabında) ortaya koyduğu hemen görülüyor. George Santayana şöyle ilkeleştirmiş görüşünü: “Mükemmeliyet düzenin her şeye nüfuz etmesini gerekli kılar. Öyle ki sadece önümüzde duran herhangi bir bütün’ün bir şekil olması yetmez, bu bütün’ün her bir parçasının kendine özgü şekilleri bulunmalıdır ve, bütün’ün büyük kozmosun diğer parçalarıyla bağlantı halinde olması gibi, bu parçalar da kendi aralarında ilişkilendirilmelidir.” (s. 17) Buradan yola çıkmıştır T. S. Eliot. “Bazıları ışığın, bazıları gölgenin peşine düştü.” der kendisi. Bana kalırsa o, ışığın peşine düştü; böylece şiirde ışık olabildi.
Bilindiği üzere Edip Cansever şiir kuramlarına karşı olduğunu; ama Nesnel Bağlılaşık Kuramı’ndan vazgeçemediğini söyler ve şiirlerini bu kuram üzerine kurar. Onun şiirinin karakteristik özelliklerinden biri de budur. Şiirde kuramsal önermelere karşı olan, sanat kuramlarına ilişkin kitapları okumaktan uzak duranların, katı düşüncelerini gözden geçirmeleri gerekir diye yazıyorum bunları. Şairlerin elinde bozacakları şiir kuramları olmalı ki kuram oluşturacak yeni şiirler yazabilsinler. George Santayana, genel olarak, “Şiirin Öğeleri ve İşlevi”inde tam da bunu vurguluyor. Böylesi çalışmaların çoğalması ve doğru anlaşılması ne iyi olurdu. Şiir üzerine düşünüp yazanların sayısı artardı o zaman. Nicel birikim, nitel dönüşümü getirirdi.
George Santayana, dile ilişkin, şiirin kendine özgülüğü konusunda da açıklıklar getiriyor makalesinde. Şu kadarını aktarmış olayım: “Dilin işlevselliği bize araçsallığını unutturur. Oysa araçsallık dilin vazgeçilmez ve değişmez bir öğesidir. (…) Şiirin makul bir tanımı, biçimsel açıdan, şöyle yapılabilir: Şiir anlamın yanı sıra aracın da hesaba katıldığı bir söz söyleme sanatıdır —şiir kendi dışında bir amacı, kendi dışında bir güzelliği olmayan sözdür.” (s. 21).
Sanırım bu saptama, şiirde anlamın önemini ve dilin anlamın evi olduğunu yeterince ortaya koyar; ayrıca biçimin öze, özün de biçime dönüştüğünü; bu iki öğenin ayrılmaz olduğunu anlaşılır kılar. Dahası, şiirin yetkin olması gerektiği de vurgulanır. Şiir öncelikle kusursuz olmalı ki yarattığı güzellik etkileyici olabilsin denilmiş oluyor. Yani bir şiirin, öncelikle şiir olmasının zorunluluğu ortaya konuluyor.
“Şiirin Öğeleri ve İşlevi” şiire ilişkin düşünme uçlarıyla yüklü bir makale. Volkan Hacıoğlu Türkçeye çevirmiş. Bazı çevirilerin anlaşılmazlığına düşülmemiş. Üşenmemiş, şiir ve şiir ilgilileri için özenle çalışmış. Bu emek saygıyı hak ediyor.