Mustafa Köz ile söyleşi…

Mustafa Köz, İki Yüzlü Zar'ın şairi, Usta şair.
Mustafa Köz

“Doğanın gizi, gizemi, şaşırtıcılığı karşısında şairin yalnızlığını ve şaşkınlığını söyleyen şiirler… Umutsuz demeyelim de daha çok anlamak isteyen, merak eden, soru soran bir şairin poetik direnmesi. Ne için? Şiirle yeni bir ruh edinmek için. Gündelik ilişkilerle çarçur ettiğimiz ruhlarımız, bu dünyayı anlamaya, anlamlandırmaya yetmiyor çünkü.”

Mustafa Köz ile yeni şiir kitabı İki Yüzlü Zar üzerine yapılan bu söyleşi Günlük Evrensel gazetesinde, 23 Haziran 2018 tarihinde yayımlanmıştı. (Söyleşen: İsmail Afacan)

 

Sözcüklerle kurulan dünya

İsmail Afacan: Kitabın ismiyle başlayalım mı söyleşiye? Neden İki Yüzlü Zar?

Mustafa Köz: Diyalektik, “Her şey karşıtını içinde taşır; zıtların içinde birlik vardır.” diyor. Bu ilişkide iyilik kötülüğe, doğru yanlışa, erdem ikiyüzlülüğe,varlık yokluğa ya da hiçliğe dönüşebilir. Yaşam da ölüme… Gerçek varlık tektir ve  tek gerçek de ölüm galiba. Yaşamın ürettiği ölüm. Yaşam da ölümün içinde. Bu gerçekliğin çelişmesinde de iki yüz saklı.  Doğduğumuz an ölmeye başlıyoruz ya da yeryüzüne ölmeye geliyoruz. Sartre’ın deyişiyle, “Ölümden başka her şeyi biz var ediyoruz ve ölüm, yaşamı anlamsız kılıyor.” Öldüğümüzde ölümü bilmeyeceğiz ama yaşarken yaşamı biliyoruz. Bütün savaşımımız da yaşamı daha anlaşılır, belasız, eşit ve özgür kılmak için.

Şair de bu savaşımı anlamak ve kendinden öteye taşımak için sözcüklerle bir dünya kuruyor. Bu kitapta bunu yeniden denedim. Yeniden, diyorum çünkü önceki kitaplarda tek tek de olsa varlık, varoluş, yokluk, hiçlik, ölüm, ölümsüzlük gibi tek kavramdan karşıtlıkla türeyen kavramları kurcalamıştım. İki Yüzlü Zar, kitabın bir bölümünde bu ikili çatışmaya yeniden baktı.

Kitabın adındaki kinayeyi de görmüşsünüzdür. Hem diyalektik bakış hem de ironik gönderme var bu adda. İki yüzlü, erdemsiz, adaletsiz bir dünyada şair yani bu kitabın şairi kirlenmeden kalmak istiyor. Bunun için kendini bu dünyaya ait duyumsamıyor. Bir sonsuzluk arayışı denebilir şiirlerin peşinde olduğu. Gılgamış’tan bu yana şairlerin aradığı da bu değil mi? Şair belki de ölümsüzlüğü arayan Uruk Kralı Gılgamış ve onun dostu vahşi Enkidu’dur. Enkidu ölümü tanıdı, Gılgamış ise onu kabullendi. Şair mi? O, Gılgamış’ın bilge Utnapiştim’den aldığı ve bir yılana kaptırdığı ölümsüzlük otunu o yılanın ağzından almaya çalışıyor. Yoksa niye yazılsın ki şiir?

Mustafa Köz'ün Ve Yayınevi'nden 2018'de çıkan yeni şiir kitabı İki Yüzlü Zar.Yazarak ölümsüzlüğü görmeyi istedim

 İ.A.: İki Yüzlü Zar’da ölüm ve ölümsüzlük teması dikkat çekiyor. Her şair, dönem dönem ölüm teması işler kitaplarında. Sizin bu temayı işlemenizin nedeni ne?

M.K.: Ölüm ve ölümsüzlük de şairin karşıtlıkla kurduğu temalar değil mi? Şairler, yazarak sözcükleri anlamaya, daha da ötede onlardan öç almaya çalışırlar. Belki de sözcükler öç alır şairlerden. İki Yüzlü Zar’da da ölümün sözcüklerini kullanarak ölümü anlamaya, ona yabancılaşmaya, ondan öç almaya giriştim. Yazarak ölümsüzlüğü görmeyi istedim. Ölümsüzlüğün görülür bir şey olmasını isterim. Ölümsüzlüğü görseydim, şiirlerim İki Yüzlü Zar’daki kadar acı ve keder dolu olmazdı. Tema getirdi biraz da bu acıyı. Şairleri acıyla yazdıran, şu kısacık ömürlerinin şiirlerle daha da kısalacağını bilmeleri. Oysa yazarak bu dünyada kalmak istiyor şairler. Kitapta ölümün ve ölümsüzlüğün bu denli didiklenmesinin nedeni de bu sanırım.

Lirik öfke

İ.A.: Hırçın Yara, Kör Soru, Büyük Av, Karanlık Oda, Özkıyım, Kara Fırtına… Kitaptaki şiir başlıklarından bazıları… Kitaba dair bir görüntü çiziyor. Toplumsal atmosferi imleyen şiirler… Öfke ve kızgınlık var ama lirik bir öfke…  İnceden de bir umutsuzluk var sanki. Ama diğer yandan umutsuzluğa teslim olmayan bir yaklaşım da söz konusu.

M.K.: “Lirik öfke” sözünü sevdim. Kitabın özü de bu lirik öfke üzerine oturdu. Birinci bölümdeki şiirler ve algı bu görüntüyü çiziyor. Doğanın gizi, gizemi, şaşırtıcılığı karşısında şairin yalnızlığını ve şaşkınlığını söyleyen şiirler… Umutsuz demeyelim de daha çok anlamak isteyen, merak eden, soru soran bir şairin poetik direnmesi. Ne için? Şiirle yeni bir ruh edinmek için. Gündelik ilişkilerle çarçur ettiğimiz ruhlarımız, bu dünyayı anlamaya, anlamlandırmaya yetmiyor çünkü.

Bu kitap, bunu için de yazıldı. Şiirle bu yeryüzünü anlamaya çabaladım. Şiirin işlevlerinden biri de budur. “Sır” şiirimde “Unutma kanında bir balık gibi sıçrayan acıyı.” demiştim. O acıyı unutmamalıyız. Toplumsal öfkemizi diri tutacak da acıdır, şairi şiirle bileyecek de… Acı bizi umutsuz kılmaz, öfkemizi daha da görünür kılar. Bu bilinç de bizi umutsuzluğa karşı dirençli tutar.

İ.A.: Kitapta, poetik yaklaşımınızı aktardığınız şiirler var? Özellikle “Şairin Esini” bölümünde…  Şiire dair güzel şiirler okuyoruz bu bölümde…

M.K.: Batı şiirinde çok yapılan poetik deneydir şiiri şiirle anlatmak. “Şiir Sanatı” adıyla yayımlanan bütün şiirlerde şair; şiir görgüsünü, bilgisini, anlayışını göstermek ister. İkinci bölümdeki şiirleri böyle okuyabilirsiniz. Şiir üzerine çok yazı yazdım. Bu yazılar bana ve kimseye şiiri öğretmez. Olsa olsa şairin şiir yazma sürecini yansıtır okura. “Şairin Esini” bölümünde bunu şiirle denedim.

Şiirdeki genç şair benim

İ.A.: “Genç Şairin Yeni Şiir Bilgisi” şiiri gençlere ne diyor? Ya da siz genç şairlere neler söylemek istersiniz? 

M.K. Bu şiiri kendim için yazdım. Şiirdeki genç şair benim. Başka genç şairler de bu şiirde kendilerini görmek isterlerse görebilirler. Sözünü ettiğim “poetik deney”i en iyi söyleyen şiirin “Genç Şairin Yeni Şiir Bilgisi” olduğunu düşünüyorum. Şiirin bir gençlik duygusu olduğunu biliyoruz. Genç şairlerin bu şiirdeki düşünceleri tartışmalarını isterim. Şiir, şiirden öğrenilir kuşkusuz ama şiir için yazılan yazılar ve şiir için yazılan şiirler de şiir kadar önemlidir.

Gençlerin şiir geleneğini Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya iyi süzmelerini isterim. Her şey oradadır. Şiir üzerine ne yazıldıysa okumalılar. İyi şiirler, onların ustalarıdır. Sabır ve zaman yazar şiiri, şairler değil.

Bu şiirden bir iki bölüm, sözlerimi daha iyi toparlayacak sanırım. Sözü “Genç Şairin Yeni Şiir Bilgisi”ne bırakalım mı?

Zamanın Gölgesi

 

“Şiirim yaşayacak mı?” diye sormuştum 

yaşlı, nemrut bir şaire bir gün, sözcüklerden çok.

Biliyordum ki her sözü, kör bir yarada gezinen bir neşterdi o                  dilgerin.

Sadece gülümsedi, konuşsa yara açılabilirdi. Anladım ki                          taşın

içinde gezinen rüzgârı görmeliydi şair,

rüzgârın gölgesinde çırpınan zamanı.

 

Ölü Şairler 

 

Çığlık çığlığa uyanıyorum gece yarıları,

sözcükler dökülüyor her yerimden, diri, lime lime

pörsümüş, gözü kara, ürkek, çılgın

kimilerine geçiyor sözüm, kimileriyse buyruksuz

ölü şairler koşuyor kimilerinin ardından

kimileriyse koşuyor ölü şairlerin peşi sıra

siste, tipide annesini yitirmiş çıplak taylar gibi.

 

Sorular

 

Tutsam, diyorum, dizginlesem onları, bukağılasam

o sözcüklerle çivilesem nallarını

kimindir o soyut koşu, taylara rüzgâr veren o derin boşluk?

 

Kuyu

 

Ey şair, gördün koşu bitecek, büyüyecek tay

boşluksa o eski boşluk, kaz dur onu

çünkü ruhundur ne kadar kazsan da görülmez sonu.

İki Yüzü Zar da ruhumda yeni bir kazıydı. Kazı sürüyor.

 

ÖLÜMSÜZLÜK

 

Eski sessizlikleri dinliyorduk,

bir kuş uzun uzun, bir çekirge kesik kesik

sözcüklerin toprak rengi sevinci

ağzı var, dili yok ölümsüzlüğün

uzar giderdi otlar, bulutlar üstünde.

 

Kış güneşi gibi ürkek, soğuk

atlarımız yorgun yaralı, menzil uzak

av hayvanları gibi kuşkuda, tez ayak

eski sessizlikleri dinliyorduk.

 

Mustafa Köz ile söyleşi, Günlük Evrensel, 23.6.2018, s. 12

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir