Basılı ya da elektronik, yalnızca nitelikli kitapların ve dergilerin peşinden koşmayı sürdürelim…
Yıllar önce Sincan İstasyonu dergisinde, son sayfasındaki magazinel değinmelerden birinde, bir şair, ismi de verilerek, “online arkadaşlık ağı” kurmakla eleştiriliyordu. O zamanlar büyük bir ciddiyet edasıyla yazılan bu satırlar şimdi hepimizi gülümsetiyor. Derginin editörü de online arkadaşlık ağlarından birinde arkadaşım artık. O gün eleştirdiği şeyi bugün kendisi de yapıyor. Dergisini, yayımlanan kitaplarını online ağlarda tanıtıyor. Yenilikler böyledir, önce yadırganır, karşı çıkılır, sonra yavaş yavaş alışılır. Karşı çıkanlar bile bir süre sonra, farkında bile olmadan, kendisini ‘yeni’nin içinde bulur.
Bugün bir e-dünyada yaşıyoruz. Her birimizin sanal kimlikleri var. Günümüzün büyük bir bölümünü bilgisayar ya da cep telefonları ekranları başında, sanal gezintilerle geçiriyoruz. Eskiden sorulan “boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz?” sorusunun yanıtı da tekdüze bir hal aldı: “İnternette takılıyorum.” Sabahları gözünü açar açmaz e-posta kutularını, sosyal medya hesaplarını kontrol eden, insanlarla olan iletişimini buradan sürdüren, gereksinimlerini e-siparişler aracılığıyla gideren büyük bir kesim var artık. İnternet bağlantısı olmayan evlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Her birimizin diğerlerine bir tık ötede olduğu bir dünya bu. Oysa durmadan artıyor aramızdaki mesafeler. Gelişmeler ise baş döndüren bir hızla sürüyor.
İnternet, yayımlama, bilginin paylaşımı, bilgiye ulaşma gibi konularda müthiş bir hız getirdi. Yazıp paylaştığınız bir şiir, yazı, kitap, anında dünyanın her tarafındaki insanlarca ulaşılabilir hale geliyor. Arama motorları sayesinde yazdığınız konularla ilgilenen kişiler yazdıklarınıza anında erişebiliyor. Bu büyük bir devrim! Bir zamanlar yazdıkları şiir ya da yazının bir dergide yayımlanması, okura ulaşabilmesi için sabır ve inatla uğraşması gerekirmiş yeni kalem oynatmaya başlayan yazar ve şair adaylarının. Oligarşik yapıların surlarını ısrarla dövmek, dergilerin sınırlı sayfalarında kendilerine bir yer bulabilmek için kırk dereden su getirmek zorunda kalırlarmış. Bu durum internetle birlikte değişti. Şiir ve yazılarını basılı dergiler yerine bloglarında ya da kendi çıkardıkları e-dergilerde yayımlayan, kitaplarını da e-kitap olarak yayımlamayı tercih eden çok sayıda şair, yazar var artık. Yazan herkes açısından okunma alanının genişlediğinden söz edebiliriz. Sanal ortamda yapılan yayınların basılı yayınlar kadar makbul olup olmadığı sorgulayanlara şunu söylemekte yarar var: Öyle e-yayınlar var ki, bir sürü basılı yayını cebinden çıkarır! Öyle basılı yayınlar var ki, yayıncısına ‘özensizliğinden dolayı’ yayın yasağı getirirsiniz! Demem o ki, bir yayının değerini belirleyen yayınlandığı mecra değil, yayının niteliğidir. Sanal dünya da kendi standartlarını oluşturur, oluşturmaktadır. Değersiz olanı ise nitelikli okur tanır ve yüzüne bakmaz! Nitelikli olanın internette -en azından başlangıçta- gözden kaçma olasılığı daha fazla olsa da, kısa bir zaman dilimi içinde kendi izler çevresini yaratacağı da açıktır. İnternette arama motorları nitelikli içeriğe çalışır…
Ne zaman yeni çıkmış bir e-dergiye rastlasam hep Cemal Süreya gelir aklıma. “Yaşasaydı mutlaka bir e-dergi çıkarırdı!” diye düşünürüm bu iflah olmaz dergici, e-yayıncılığın olanaklarını dibine kadar kullanırdı. Kim bilir ne projeler üretirdi!
İnternetle birlikte çok şey değişti. Yayıncılık da, kaçınılmaz olarak, bu değişimden nasibini alıyor. Önceleri yadırganan e-kitaplara bugün artık alışıldığını görüyoruz. E-kitap kavramıyla tanışalı çok da uzun zaman olmamasına karşın e-kitap satışlarının basılı kitap satışlarını yakaladığı, hatta geçtiği günler çok uzak değil.
Eskiden çantasında kitap taşıyan, bulduğu her fırsatta kitap okuyan insanlar, ki her zaman sayıları azdı, bugün çoğunlukla cep telefonu ya da tablet bilgisayarı aracılığıyla internette zaman geçiriyorlar, kitabı e-okuyuculardan okumaya başlayanların sayısı da gün geçtikçe artış gösteriyor. Bu yöndeki gelişmeler, gelişmiş ülkelerde e-kitaplara artan yönelim, zamanla kitapların ortadan kalkıp kalkmayacağı sorusunu da gündeme getirdi, tartışıldı, tartışılıyor. Peki, kitaplar ortadan kalkıyor mu gerçekten de? Hayır, yalnızca biçim değiştiriyorlar. Sümerlilerin kitapları taş tabletlerdi, Mısırlılar papirüslere yazıyorlardı. El yazması kitaplar yerini basılı kitaplara bıraktı zamanla. Şimdi ise basılı kitapların kopyaları bilgisayar ortamına aktarılıyor. Taş tabletlerden e-tabletlere uzanan serüveni sürüyor kitabın.
Kitaplar biçim değiştirirken buna koşut olarak okuma alışkanlıkları da değişiyor elbette. Bir yapıt olarak kitabın ekrandan okunması ile kâğıttan okunmasının aynı şey olduğu söylenebilir mi? Neden söylenmesin, diye itiraz edenlerin çok da haksız olduklarını söyleyemem. Okuma okumadır. Fakat ben yine de ikisinin aynı şey olmadığını ileri süreceğim, en azından şimdilik. Her iki okumayı okumanın kalitesi açısından karşılaştırarak yapacağım bunu. Yapılan araştırmalar insanların bilgisayar başında bir iki sayfadan fazla okumadıklarını (okuyamadıklarını ya da okumak istemediklerini) gösteriyormuş. Bilgisayar ekranından yapılan okumaların daha kısa süreli, kesintili okumalar olmadığını söyleyebilir miyiz? Çevrimiçisiniz, internet tarayıcınızda e-postanız, sosyal medya hesaplarınız ile bir e-gazete açık ve siz bir e-kitap okuyorsunuz! (Bilgisayar ekranından yapılan okumaları ‘göz atma’ olarak nitelemek daha doğru olur sanırım.) Yavaşlığın hıza, yoğunlaşmanın dikkat dağınıklığına, sabrın sabırsızlığa, derinliğin yüzeyselliğe yerini bıraktığı bir dünya, açıkça söyleyeyim, beni çok korkutuyor! Çevrimdışı okumaya olanak sağlayan e-okuyucuların kitap okumaya benzer bir deneyim sunduğunu, geleneksel okuma alışkanlıklarının geliştirilen yazılımlarla e-kitaplara uyarlandığını söyleyenler olacaktır. Doğrudur. Bu aygıtlarla metin içi arama yapabiliyor, metni işaretleyebiliyor, notlar alabiliyorsunuz. Üstelik bilgisayar ekranları gibi gözünüzü de yormuyor bu okumalar. İçinde yalnızca kitaplar olduğu, internete bağlı bir bilgisayardaki gibi dikkatinizi dağıtan çok sayıda uyarandan da uzak olduğunuz için okumaya odaklanmak kolay olmalı. Dolayısıyla, e-kitaplar açısından şu söylenebilir: “başka bir okuma mümkün!” Mümkün olmasına mümkün de, ezici çoğunluğun bilgiye ulaşmaktan çok eğlence amacıyla kullandığı, birer yetişkin oyuncağına dönüşen bilgisayarlar, cep telefonları, gündelik yaşantımızın büyük bir bölümünü işgal etmeyi sürdürürken, -basılı ya da elektronik- kitap okuma oranlarının düşmeyi sürdüreceği de bir gerçek. Okuma edimi kitapla baş başa kalmayı, yoğunlaşmayı gerektiriyor çünkü. Herkesi ve her şeyi anaforuna çeken günümüzün hız dünyası ve internetle değişen okuma alışkanlıkları her geçen gün böylesi bir odaklanmayı daha da güçleştiriyor. Kitap okuma edimi gelecekte çok küçük bir azınlığın uğraşı olacak belki de, kim bilir… Belki de birkaç yüzyıl sonra basılı kitaplar yalnızca koruma altına alınıp sergilendikleri müzelerde görülebilecek… Öyle bir dünyada yaşamak istemezdim.
İnternetin olanaklarından elbette yararlanalım ama kitaplara dokunmanın, okumanın, koklamanın, evet, evet, kitaplarla sevişmenin tadını çıkaralım. Her şeye karşın, basılı kitapların varlığını sürdürdüğü bir dünyada yaşamış olmaktan mutluluk duyalım.
Basılı ya da elektronik, yalnızca nitelikli kitapların ve dergilerin peşinden koşmayı sürdürelim…
Kenan Yücel, Üvercinka, Temmuz 2015, Sayı 9, s. 18