Tevfik Fikret, “çağına kadar süregelmiş şiir anlayışını değiştiren” büyük şair…

Tevfik Fikret’i doğumunun yüz elli ikinci yılında saygı ve sevgi ile anıyoruz. Onu, Abdülhamit’in istibdat döneminde yazdığı, bütün zamanlara seslenen “Sis” şiiriyle selamlıyoruz, A. Kadir’in yenileştirmesiyle…

SİS

Gene bir sis kaplamış ufuklarını, inatçı bir sis,

gitgide büyüyen bir ak karanlık.

Ağırlığı altında ne varsa sanki yok olup gitmiş,

kalmış ortada kala kala bir tozlu yığın,

o tozlu, korkunç yığına bakan göz

şaşırır titrer, ilerisine gidemez.

Ama sen hak ettin bu karanlık, kalın örtüyü,

bu örtü tıpatıp sana uydu, ey kanlı toprak,

ey zulümler meydanı, ey yaldızlı ülke,

döktüğü kanla, çektirdiği acıyla çalım satan!

Ey gösterişin, şatafatın beşiği ve mezarı,

oldum olası imrenilen kraliçesi Doğu’nun!

Ey kanlı sevgileri, kılı kıpırdamadan

zevk ve safaya susamış bağrında emziren!

Ey Marmara’nın mavi kucağında

ölüm uykusuna dalmış diri,

ey köhne Bizans, büyücü kocakarı,

ey bin kocadan artakalan el değmemiş dul,

gene de güzel görür, taptaze görür seni,

gene de üstüne titrer sana bakan.

Ne kadar tatlı, cana yakınsın, ne kadar,

süzgün, mavi gözlerinle sen uzaktan!

Oysa ne farkın var kirli kadınlardan senin,

hiçbir şey umurunda değil, belli,

ne bunca acı türkü, ne bunca kan ağlayan!

Sen kurulurken katmış olmasın bir hain el

senin temeline zehirli suyunu kötülüğün.

İşte her yanda ikiyüzlülüğün kiri,

nereye baksan çekememezlik, nereye baksan çıkarcılık,

nereye baksan hergelelik, yalan dolan.

Demek yükselmek yalnız bunlarla oluyor.

Koynunda barınan nice yaratık arasında

kaç tanesinin alnı açık, yüzü ak?

Örtün, ey İstanbul, kanlı toprak,

örtün, kart orospu, örtün, hiç uyanma!

Ey gürültüler, patırtılar, cakalar, şanlar, alaylar,

katil kuleler, kapkaranlık, zindanlı saraylar.

Sağlam mezarı anıların, ulu tapınak,

onurlu taş direkler, bağlı devler gibi,

geçmiş günleri gelecek günlere anlatmakla görevli,

ey kale duvarları, şehri dolanan, çepeçevre,

dişleri düşmüş kafatasları gibi, sırıta sırıta.

Ey kubbeler, Tanrıya yakaran yapılar,

ey minareler, sözde kalmış doğrularsınız.

Ya siz, damları çökmüş medreseler, mahkemecikler!

Selvilerin kara gölgelerinde birer yer tutmuş,

geçmişlere rahmet dileyen mezar taşları,

ey sabırlı dilenciler sürüsü!

Türbeler, bizde ne gürültülü anılar uyandırırsınız,

ama yatarsınız bir şey demeden, ey atalar, sessiz sedasız!

Tozun toprağın, çamurun savaş alanı, sokaklar!

Ey yangın yerleri, uğursuzların gecelediği,

bir olay sayıklarsınız her açılan yaradan.

Kara damlı, kendi halinde, fukara evler,

ayağa kalkmış birer yas gibi durursunuz.

Ne kadar da dokunaklı somurtuşunuz var,

leyleklere, çaylaklara yuva olmuş tasalı ocaklar,

uzun yıllar, besbelli, tütmek nedir, unutmuşsunuz!

Ey kuru ağızlar, açlıktan kazınınca mideler,

her alçak lokmayı yutmaya hazırsınız!

İşte toprağın bereketi, işte bütün yiyecek içecek.

İşte elini uzatsan her şey eline değecek,

böyleyken aç yaşa, işsiz güçsüz yaşa,

boş yere gökten, Tanrıdan dilen dur

ekmeği, aşı, kurtuluşu, rahatı,

bu ne biçim Tanrıya sığınma, ikiyüzlü, alçakça!

Sesler çıkarırsınız köpekler gibi,

oysa konuşan yaratıklarsınız, onurlu ve değerli,

sövülüyor bu nankörlüğe çığlıklarla!

Ağlarsınız boşuna, gülersiniz zehir gibi.

Küfreden gözler yoksulluğu söyler, açlığı, kederi.

Namus, masalların boşluğunda bir anı.

Adamı yukarılara çıkaran yol, el etek öpme yolu.

Yakınması senin yüzünden bütün

öksüzlerin, dulların, arkasızların,

senin yüzünden bütün, ey silahlı korku!

Nasıl dokunulmaz olacak, özgür olacak

şöyle bir soluk almayla kişi,

söyle, ey kanun denen efsane!

Ey tutulmayan sözler, sonsuz yalan!

Ey mahkemelerden her gün kovulan hak!

Ey kuşkunun pençesinde kıskıvrak, duygusuz,

ta yüreklere dek uzanan gizli kulak,

senin korkundan ağızlar sımsıkı kilitli.

Seni hor görüyorlar, halkım için dökülen alınteri!

Ey kalem ve kılıç, siyasî iki mahkûm,

ey doğruluk ve yiğitlik,

unutulmuş yüzlersiniz artık!

Ey kodamanlar ve kuyrukları onların,

pısırıklar, çekingenler, korkaklar sizi,

nasıl da alışmışsınız iki büklüm yaşamaya,

adınızın sanınızın da maşallahı var hani!

Ey yere eğilmiş kafalar, ak pak, ama tiksindirici!

Ey genç kadın ve ardından koşan delikanlı!

Ey kahırlı ana, ey dargın karı koca!

Ya sizler be çocuklar,

anasız babasız, başı boş yavrucaklar, ya sizler…

Örtün, ey İstanbul, kanlı toprak,

örtün, kart orospu, örtün, hiç uyanma!

Yenileştiren: A. Kadir, Yeni Ufuklar, 8/1967, S. 183, s. 31-34

Tevfik Fikret, Sis şiiri
Tevfik Fikret

Tevfik Fikret için neler dediler?

“Onun mutlakiyet devrinde saltanata, istibdada, irticaya karşı güttüğü mücadele, halk kütleleri arasında ve fikir cephesinde daha ileri bir cemiyete geçmek insiyakının ilk tezahürleriydi. Bu devrede Fikret 1908 inkılâbının bir müjdecisi addedilebilir.” Sabiha Sertel

“Fikret, memleketin içinde kıvrandığı taassup, cehalet ve istibdat karanlığı üzerine çakan bir şimşekti. Bunun aydınlığı sonsuza kadar sürecek ve herkes nasibince bu büyük kaynaktan yararlanabilecektir.” Mustafa Baydar

“Kendi neslimin bütün çocukları üzerinde olduğu gibi, rûhumda, ahlâkımda, zevkimde, lisânımda, san’atımda en büyük têsîri o icrâ etmişti. Şark âleminden kafamı o çıkarmıştı. Bir müddet onun kâinâtında kalmıştım.” Yahya Kemal

“Tevfik Fikret XIX. yüzyılda şiirimizin Batılılaşmasında, yeni bir görüş, duyarlık, deyiş ve imgeye ulaşmasında, ‘Edebiyat-ı Cedide’ denilen akımın oluşmasında en çok emeği geçenlerden biridir.” Asım Bezirci

“Bir sanatçı, bir düşünür geleceğe dönük olduğu ölçüde ölümsüzleşir. Tevfik Fikret bugün yaşadığı devirden daha canlı, daha diri, daha çok anlaşılmış durumda. Yarın bugünkünden de daha yücelerde olacak ve Türk devrimcilerinin ilk öncü şairliği payesi ona verilecek.” Çetin Altan

“Tevfik Fikret de, özellikle ‘Sis’ şiirinden sonra, halktan kopuk, zorba, yasalara uymayan yönetimlerin karabasanı olmuştur, oluyor ve bir süre daha olacak gibi.” Mehmet H. Doğan

“Bakınız Tevfik Fikret’in eski ‘Sis’ine! İstanbul’un ufuklarını öyle sarmıştır ki, bir nefes almıya görün, ciğerlerinize kadar girer.” İlhan Selçuk

“Fikret, memlekette mevcut şiir telakkisini büsbütün değiştirdi; artık şiiri kendisi için değil, ihtiva ettiği fikirler için seviyorduk; ayrıca şiirin iddialarını da değiştirdi.” Ahmet Hamdi Tanpınar

 

Tevfik Fikret kimdir?

Tevfik Fikret, Sis şiiri
Tevfik Fikret (Portre: Feyhaman Duran)

FİKRET, Mehmet Tevfik (24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915)

Yalnız mensup olduğu (Edebiyatı Cedide) devrinin değil, bütün edebiyat tarihimizin mühim simalarından biri sayılmağa lâyık şairlerimizdendir. İstanbul’da Aksaray’da doğdu. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Ilgaz kazasından ve Karacaviran nahiyesinin Dalköz köyündendir ki Urfa Mutasarrıfı iken öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik olan Fikret, ilk yazılarını bu imza ile yazmış, Serveti Fünun’a girdikten sonra Tevfik Fikret imzasını kullanmıştır. Aksaray’daki Mahmudiye Valde Rüştiyesi’nden sonra Galatasaray Lisesi’ne girmiş ve oradan 1888’de birincilikle çıkmıştır. 14, 15 yaşında ilk şiir tecrübelerine başlayan şair mektebi bitirince Hariciye İstişare Odası’na girmiş ve akrabasından Bülbül Tevfik Paşa’nın delâletile Sadaret Mektupçu Kalemi’ne sekiz yüz kuruş aylıkla tayin edilmişti. Biraz sonra İstişare Odası muavini oldu. Bir taraftan da Gedikpaşa’daki Ticaret Mektebinde türkçe, fransızca ve yazı dersleri verdi. Sonra müsabaka ile Galatasaray’a türkçe hocası oldu.

Bu sıralarda Tercümanı Hakikat’e Nazmi müstearile, İsmail Safa’nın çıkardığı Mirsat mecmuasına Mehmet Tevfik imzasile manzumeler yazmış, sonra Safa ile birlikte Malûmat gazetesini neşre başlamışlardı. Bu mecmua Baba Tahire geçtikten sonra Tevfik, Recaizade Ekrem’in tavassutu ile Servet-i Fünûn’un edebî muharrirliğine getirildi. Şekil ve mahiyet bakımından önceleri eskilerden pek ayrılmıyan şiirleri gittikçe yenileşiyor ve başkalaşıyordu. Bir kaç yıl içinde büyük bir şöhret kazandı. Bu şiirler 1898’de Rübâbı Şikeste adile basılınca o zamana kadar görülmemiş bir rağbet kazandı. Ertesi yıl ikinci defa neşredildi.

Servet-i Fünûn’daki edebiyat hareketleri 1901’de saltanat idaresi tarafından susturulmuştu. Fikret de beş, altı yıldanberi türkçe hocalığını yaptığı Rumelihisarı’ndaki Robert Kollej’in yanında Âşiyan adını verdiği köşküne çekildi. 1908 İnkılâbı’na kadar kendi âleminde yaşayan Fikret “Sis” ve “Bir Lâhza-i Ta’ahhur” gibi Abdülhamit idaresine karşı haykıran ve “Târîh-i Kadîm” gibi taassubu ve dini baskıları kırmak istiyen manzumelerini yazıyordu. O zaman neşri değil, elden ele geçmesi bile yasak olan bu eserler, gençler tarafından ezberleniyordu. Fikret’in en fazla hayranlık uyandıran devri bu zamanlardır.

1908 İnkılâbı’ndan sonra Fikret, Hüseyin Cahit Yalçın ve Büyük Türk Lügati muharriri Hüseyin Kâzım’la birlikte Tanin gazetesini kurdular. Fakat Fikret, siyasî dedikodulardan çabuk iğrendi ve Tanin’den ayrılarak Galatasaray Müdürü oldu. Mektepçilikte gösterdiği kabiliyet ve heyecan dikkate lâyıktır. Mektebin hayatında onunla derhal büyük değişme ve düzelme meydana geldi ama Fikret resmî işlerin usandırıcı şekillerine tahammül edemiyordu. Bu yüzden Nazır Emrullah Efendi ile aralarında ihtilâf çıktı ve Fikret müdürlükten çekildi. Bir aralık İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ndeki derslerini muhafaza etmişti. Satı’ın müdürlükten ayrılması üzerine orasını da bıraktı. Darülfünun edebiyat hocalığına bir kaç ders gelmişti. Muallim Meclisi’ndeki müzakerelerden titizlenerek oradan da istifa etti. Amerikan Koleji’ndeki vazifesine münhasır kaldı ve “Doksan Beşe Doğru”, “Hân-ı Yağma” gibi “İttihat ve Terakki”yi iğneliyen şiirlerini yazarak zamanının siyasî kavgalarından muztarip bir halde yaşadı.

Rübâbın Cevâbı”, “Halûkun Defteri” ve çocuk şiirlerini muhtevi Şermin bu sıralarda neşrolunmuştur. Fikret kırk beş yaşında öldü ve Eyüp’e gömüldü. Şiirimize hayatı ve tabiatı getirmiş, nazmımızı hem mevzu, hem şekil bakımından Avrupalılaştırmıştır. Şiirlerinde felsefe ve heyecandan ziyade zevk, sanat ve mümtaziyet hâkimdir. Harf ve dil inkılâplarına yetişebilseydi öz türkçenin en tabiî ve pürüzsüz örneklerini verebilirdi. Ahlâkında olduğu gibi yazılarında da her türlü ihmalden ve lâübalıiliklerden çok çekinirdi. Türk gençliğine dürüstlük ve seçkinlik telkin etmiştir.

Kaynak: Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İbrahim Alâettin Gövsa, 1946

* Bu içerik Turgut Çeviker’in arşiv desteğiyle hazırlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir