Dönüş Uçar, Eşek Sudan Gelince* için Veysi Erdoğan ile söyleşti.

Bir metne ona uygun bir ad vermek, metni yazmak kadar zordur, derler. Siz böyle bir sınavdan geçtiniz mi?

Kesinlikle geçtim ama asıl sancı kitabın bittiğine kanaat getirdiğimde başladı. Kitap adlarından listeler hazırladım durdum. Biraz uzun sürse de kitabın ruhunu çepeçevre saran Kendimden Biri Değilim’de karar kıldım.

Kendimden Bir Değilim sizin gözünüzden nasıl bir kuşatıcılık barındırıyor ya da neden Kendimden Bir Değilim?

Merkez noktasında “kendi” sözcüğü var ve onun etrafında dönen varoluş hâlleri. Dünyaya, zamana, insan oluşa ayak uyduramayan bir yerden yaklaşıyor varlığa. Kendinden koparmak istediği benliğini bir kenara bırakmak, onu büsbütün unutmak istiyor hep. Büyük bir tahammülsüzlük ve incinmişlikle bakıştığı ömrünü yok saymaktan yana bir tavır takınıyor. Bundandır ki kendisini hatırlatan her şeyi yokluğa sürükleyip varlığı reddediyor.

Gelmeyeceğini bilmeyen o kimseye ithaf edilmiş kitap. Biraz bundan bahsedebilir misiniz? Kimdir bu kimse ve şiirdeki yeri nedir?

Aslında kitap iki ithaftan oluşuyor. Biri bu, diğeri de kitabın sonundaki kendine rağmen dilerim bana ithafı. İlk ithaftaki kimse, sondaki bana ile bakışımlı hep. Burada gelmeyeceğini bilmeyen o kimseye derkenhiçbir zaman cisimleşmeyecek, ete kemiğe bürünmeyecek ve bundan haberi olmayacak bir imkânsız hâlden bahsediyorum. Ben bu halin bizzat öznesi olmayı diliyorum bu kitapta. Bu elbette yerine getirilemeyecek ve hiçbir zaman beni bulamayacak bir arzu, biliyorum. Ama yine de sonrası olmadığı gibi evvelinden bihaber bu mevcudiyetsizliğin etrafında dönmeyi yazdığım şiirin varlığı için önemli buluyorum.   

İki şiir kitabınızı da okuduğumda şu dikkatimi çekti. Dizeler, şiir başlıkları, kitap adları birbiriyle paslaşıyorlar sürekli. Mesela her iki kitabınızın adı, birer dize aslında. İkinci kitaba adını veren kendimden biri değilim dizesi “Siyah Bir Akrep Uluyor Şimdi” şiirinde yer alırken diğer taraftan siyah bir akrep uluyor şimdi dizesi “Kendine Gecikmiş”şiirinde geçiyor. Not almamışım ama bu ve buna benzer birkaç kullanım daha gözüme çarpmıştı. Bu paslaşmanın bir karşılığı var mı?

Dikkatiniz için teşekkür ederim.

Ben yazdıklarıma ve yazacaklarıma bir bütün olarak bakıyorum. Bir çemberin sürekliliği gibi daima birbirinden geçsinler istiyorum. İç içe, yan yana, göz göze. Onun için metnimde geçen her şeyin birbirine yaslanmalarını önemsiyorum. Mesela şimdi ikinci kitabımda geçen bir şiirin başlığını üçüncü şiir kitabıma ad olarak düşünüyorum. Ama bu kesin bir bilgi değil tabii. Vakti geldiğinde göreceğim elbet.

Yazdıklarınızın sizden sonra da sizin adınıza konuşacak olması önemli midir? Bunu önemsiyor musunuz?

Bu, herkesin muradıdır sanıyorum ama merkezime aldığım bir şey değil.  Daha çok yazarkenki zamana odaklanmayı önemserim. Meşgul olduğum şey ne ise onu derinleştirmek birincil meselemdir o an. Onu birçok merhaleden geçirerek en son kendisine bırakırım. Ben çekildikten sonra, benim adıma konuşabilecekse ne âlâ.

Kalıcılık sizin için pek mühim değil o zaman?

Ben kalıcılık diye bir şeye inanmıyorum. Çünkü dünyanın bir gün soğuyacağını ve ölü gezegenler kategorisine gireceğini biliyorum. İşte o vakit geldiğinde dünyadan eser kalmayacak.

Peki, insanların yaratma çabasının bir anlamı yok mu bu durumda? Siz mesela niçin yazıyorsunuz?

Ben tam tersine yaratma çabasının olması gerektiğine inanıyorum. Buna her zaman ihtiyacımız var ve hep de olmalı. Çünkü varlığımızla birlikte yürüyebilmenin başka olanağı yok. Biraz da mecburuz yaratıcı faaliyetlerde bulunmaya. Bizi hem hayatta hem de ayakta tutan güce sarılmak hepimizin hakkıdır.

Benim yazıyla muhabbetim de başka çarem olmadığındandır. En iyi bildiğim şey bu. Kendime ve dünyaya tutunma biçimi de diyebilirim buna. Ötesi de yok.

Etkilenmeye dair düşüncenizi merak ediyorum. Beslendiğiniz yere bakışınız ne?

Gördüğümüz şeyden aldığımız bakış, metne yeni bir soluk getiriyorsa bu iyidir ve olması gerekeni yerine getirmek için uygundur. Tam tersi söz konusuysa okuduğumuz ya da gördüğümüz şey, bir tekrardan başka bir şeye dönüşemez. Bir başkasını tekrar eden metinlere bakmak, vakit kaybıdır. Ama bunu fark etmek için de çok çatallı ve karşılaştırmalı okumalar yapmak gerek.

Ben açıkçası onu metne davet etmekten çekinmiyorum. Bütün doğallığıyla bende gezinmesini metnim içi bir mutluluk sayıyorum.

Peki, yazarken olmazsa olmazınız var mı? Yazma sürecinize katkı sağlayacak şeyleri kastediyorum.

Yazar ya da kitaplardan bahsediyorsanız bu bende sabit değil. Faklı disiplinler arası yaptığım okumalar, bana hep bir yerde çakılı kalmamayı öğretti çünkü. Her metinden aldığım hazzın oranı farklı olsa da beni en çok etkilemiş olanlarda bile uzun süre kalamadım. İçimdeki merak duygusunun beni başka metinlere götürmesine izin verdim hep.

Öte yandan ben nereye gidersem gideyim, peşinden sürüklediğim meselelerim var elbet. Bunları üç kategori altında sıralayabilirim: İlki, dünyayı, zamanı ve oluşu içeren evrene bakış; ikincisi, geçmiş ve şimdiye dair toplumsal travmalar; üçüncüsü, yaşamı ve aşkı iç içe geçiren ömür bilgisi. Ben, bütün bunların toplamıyım.

Günümüz şiirinde iki kavram sık sık karşımıza çıkıyor: “geleneksel” ile “deneysel” Bu iki kavram üzerinden şiirin konumlandığını görüyoruz çoğu kez. Sizin bu kavramlara bakışınızı ve şiirinizin hangisine daha yakın bulduğunuzu merak ediyorum.

Ben her türlü şiirin yazılması gerektiğine inanan biriyim. Ne geleneksel ne deneysel ne de başka bir şeyi diğerinin önüne koyarım, şiire bakmayı kâfi bulurum. Bunlar birer ölçüt olamazlar, çünkü her şiir kendi imkânını yaratır, gövdesine yerleşeceği yeri kendisi belirler ancak.

Ben kendimi bir yerin mensubu olarak görmüyorum açıkçası, kendi hakikatimi dillendirmeye ve onu özgün bir yere taşımaya çalışıyorum, odağımda yalnızca bu var.

“Nereye gidersek gidelim, bizimle birlikte yürüyen o eğri, o kambur, o uyumsuz gölgeden kurtuluş yok, görüyorum ve ne yazık ki sonsuz bir kederle ona bağlıyız.”

Kendimden Biri Değilim kitabınızın “Kendine Gecikmiş” şiirinin ilk dizesinde “buradaysam bu kederdir” diyorsunuz. Burada olmak ve onun taşıdığı kederden bahsedebilir misiniz?

Her gün telaş içinde ve dağılmış bir suretle karşımıza çıkan “dünya”dan başka bir şey değil, burada olmak. Bizi bizden ve yeryüzünün fevkaladeliğinden uzak tutan o bitmek bilmeyen tahrip unsurundan bahsediyorum. Sürekli benliğimizi alt üst eden ve ritmimizi bozmaya ayarlı o kirli arzudan bahsediyorum. Nereye gidersek gidelim, bizimle birlikte yürüyen o eğri, o kambur, o uyumsuz gölgeden kurtuluş yok, görüyorum ve ne yazık ki sonsuz bir kederle ona bağlıyız.

Peki, şiirin yanlış giden bir şeyleri düzeltme gücü var mıdır?

Bence yok. Şiir, duyurur ama düzeltemez. Şiir, gösterir ama devrim yapamaz. Şiirin yanlış olanı işaret etme vasfı vardır, ötesine geçemez. Ama her şeyin elinden tutar. Ortaya konulacak her neyse üzerine düşünür, ona destek verir hep.

“Beni giyinen kendimden çıkmak istiyorum” ya da “bana beni bırakma bu kendim benim değil” diyorsunuz. Bu iki dizenin içerdiği şeyi kavramaya çalışıyorum epeydir. Bu konuda bir şeyler söylemeniz mümkün mü?

Kendi formuna yabancılaşmış, ona bir türlü yerleşemeyen ya da uymayan bir benliğin hallerine dair dizeler bunlar. Kitabın bütününe yayılmış bu hâl, kendisinin uzağına düşmüş ve hep öyle olmaya devam edecek bir ötekilik barındırıyor içinde. Kendine varamayanın varlık durumuna eğilmiş bir ötekilik bu. Kurtuluşsuzluğun elinden tutan bir ötekilik. Ben, öznenin buradaki trajedisinin onarılamaz bir şekilde varlığa müdahale ettiğini düşünüyorum sürekli. Onu yaşamdan alıkoyan bu gerçeklikten de sıyrılamayacağını görmek, ister istemez, insan denilen formdan çıkma isteğini diri tutuyor hep.

“Çıkar şimdi üstümden insan denilen kimseyi” dizenizi hatırladım şimdi.

Karşılaştırma yapabiliriz burada pekâlâ. İnsan, başka canlılardan farklı olarak yalana, yanlışa, yok etmeye, kavgaya, inkâra, kendisini her şeyin sahibi sanmaya meyillidir. Ama bir ağaç öyle değil, bir rüzgâr öyle değil, bulutlar öyle değil, gökyüzü öyle değil. Ne küpe çiçeği öyle, ne hüthüt kuşu öyle, ne ebegümeci öyle, ne kızılgerdan.

Öyle olunca kendi formuna uymayan bir ben kalıyor geriye. Haliyle varlığına yerleşememek, yokluk düşüncesine gidebilecek yollara yer açıyor. İşte benin kendinden çıkma isteği, hep bu yüzden.

Bu yanıtınıza istinaden soruyorum: İnsan değil de başka bir formda olsaydınız, bu ne olurdu?

Yapraklarına dokundukça herkese kokusundan veren bir fesleğen.

Söyleşen: Dönüş Uçar

*Eşek Sudan Gelince, Sayı 3, Haziran 2021.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir